HAKKIMDA
ALİSA VERA KİM?
Alisa Vera kendini kaptan sanır. Oysa dümen ben, rüzgar ben. Biçare olduğundan habersiz! Ben ona sirayette bir serüven; o kendini kahraman sanır.
Bir zamanlar uykuda, ne sağa dönüşünün ne sola dönüşünün farkında. Oysa, zamanı saati kollar durur, hesabını da gayet iyi bilir. Feleklerin mahiyetini sorsan, sular seller gibi.
Ona "ya ben, ya ben?" diyesim gelir.
Onunla bir oyun oynardık. Alisa Vera hep duvara dönüp sayardı, bense hep saklanandım. Seviyorum, ki ona dönüşüm; onun da hep bana varışı. Bizim kadim mabedimiz, ilk buluştuğumuz aşıklar vadisi. Sonsuzluğumu saklar yuvam gönlünde, kimsesiz yurtsuz kendisi. Dudakları ketum, elleri zindan; saklar sonsuza dek çekirdeği.
Bilmez ki... Ne bilmediğini de bilmez. Ondaki ne sükun bir teslimiyet.
Her oyunun sonu var:
Anlar içinde an'da, Alisa Vera kaldı bende. Yalnızca aşık olmak istemiştim, bu oyuna kalkışmıştım. Uyandım, o da gitti. Var git yoluna Alisa Vera, gördüğüm en kusursuz Ayna. Bir daha gelsem dünyaya, bir daha gelsem dünyaya...
ŞİMDİYE KADAR NE YAPTIM?
İstanbul'da doğdum. 16 yaşında şiir yazmaya başlayarak kendimi tanıma yolculuğuma çıktım. Liseden sonra özel bir tiyatroda iki yıl oyunculuk yaptım. Sonra Radyo-TV-Sinema bölümünü okudum. Yazı serüvenim kısa film senaryoları yazarak devam etti. Mezun olduktan sonra; yerel bir kanalda staj yaptım, yayınevinde içerik editörü olarak çalıştım. Özel sektörde, halkla ilişkiler departmanında çalıştım. Dijital medya ajanslarında müşteri ilişkileri yöneticiliği yaptım. Eğlenceliydi, hepsinden bir şeyler kattım kendime. Ama aradığımı henüz bulamadım. Topluma fayda sağlayacak projem var. Kendimi tanıma yolculuğumda, faydalı şeyler de yapmam gerektiğini fark ettim.
Alisa Vera ismimi mahlas
(yazar adı) olarak kullanıyorum.
Herkes
beni Güzin olarak çağırıyor. Bu kadar :)
HAYALLERİM
Bir niyetler
silsilesi içinde gemimizi yürüttüğümüz bu okyanusta, rüzgarın
estiği yönü bilmeyi ve onu yönetebilmeyi istemez miydik? Yol
almak üzere gideriz ve bir varış noktamız da var kendi çapımızda.
Bir kişi olur, bir kurum olur, bir toplum olur veya tüm insanlık
için. Bizim bir rotamız var; var da gemimiz sağlam mı tüm
fırtınalara göğüs gerebilecek kadar? Üstelik gemiyi yürütecek
kaptan sen olsan da, bilinmezliğin açığa çıkmasına muhtaç
değil misin; rüzgarın nereden estiği gibi mesela? Peki bu rüzgar,
dışarıdan değil de içeriden nasıl doğar? Alaaddin’in sihirli
lambası misali bir güce sahip olan bu rüzgarı, nasıl
yönlendirirdik bir şansımız olsa?
Rotamızın varış
noktasında, aslında hepimizin ortak bir amacı olduğunu düşünürüm.
O da, ideale ulaşmak, diğer bir deyişle dengeye gelmek. Elimizi
bir çırpışımızla her şey dengeye gelse, ne şahane olurdu.
İklimler, mevsimler, yağmurlar; kısacası doğamız dengeye
gelse... Yeryüzünde tüm canlılar olması gerektiği nicelik ve
nitelikte olsa, bitkiler ve hayvanlar.
Duyguların aşırısı ve dürtüler de dengeye gelse her şeyle birlikte. Mesela, insanoğlunun düştüğü hırs tuzağını, hiç yaşanmamış varsayamaz mıyız? İsteriz değil mi tüm duygularımızın dengede olmasını, sevmenin bile hırsa tutsak olduğu şu hayatta? Her türlü çılgınlığa son veremez miyiz, teknolojiyi dengeli bir şekilde kullanarak? Dijital yeniliklerin hayatımızdaki faydalarını gözetebilirdik bu şekilde; sahte hesaplar, sahte arkadaşlıklar yerine. Kim bilir belki de sanatı, güzelliği, estetiği, her türlü zevkleri daha çok görürdük, yaşardık dengede olsaydık. Her türden bilgiye gerektiği zaman erişirdik ve gerektiği kadarını öğrenirdik bazı içsel dürtülerimizi kontrol edebilmeyi öğrenebilseydik, dengeye gelebildiğimizde.
Hayal
ediyorum da, elimizi bir çırpışımızla şu ana kadar biz
insanlığa ulaşmış tüm bilgilerin, bilgeliği aşılansa;
bildiklerimizi uygulama erdemi, tüm insanlığa bahşedilen armağan
olsa şahane olmaz mıydı? Çocukların, bu bilgelik ışığıyla
büyüdüğü bir dünya... Gülümsemelerin hakiki mutluluk
taşıdığı, dansların içinde hakiki coşkunun olduğu. Sadece
sevdiğimiz için, sadece. Bu bilgeliğin şefkatli ellerinde
yükselen yüce gönüllü bir insanlık olurduk, bilgiyi nasıl
kullanacağımız bilincine ve bilgeliğine eriştiğimizde.
Bir
dileğim de, her şeyin iletişimi hakkında olurdu mesela. Hayal
ediyorum da, bir şey anlatmak gibi bir kaygımızın olmadığı bir
dünyada yaşamak ne şahane olurdu. Aktarmak istediğimiz her şeyin
bilgisi telepatik bağlarla akıyor olsaydı, iletişime izinli
olduğumuzda. Bir şey ile iletişimde olmak, aynı tür olmayı
gerektirmeseydi. Canlı veya cansız, bitki veya hayvan ya da
gezegenler... Ne farkeder? Her an her şeyle bağlantıda olabilme
özgürlüğü, ne kadar hafifletirdi bizleri. Sonra sadece şarkı
söylerdik, neşe içinde.
Bir bitkimiz olsa, hayal
ediyorum da; o bitkiden ihtiyacımız olan her şeyi üretebilsek.
İstediğimiz her forma dönüştürebilsek bu bitkiyi. Her türlü
negatif enerjiyi dönüştürüp dengeye getirebilse aynı zamanda.
Böyle bir bitkinin var olup, yaşamımıza ışık olmasını
dilerdim. Evimizden, kıyafetimize, arabamızdan, tüketilebilir
enerjiye... Her şeyi bu bitki sunabilse biz insanlığa, altın
tepsiyle. Toprağımızdan aşk fillizlenirdi bu ürünle birlikte.
Bu aşkın titreşimine uyumlanırdık tüm hücrelerimize kadar. Ve
bu aşkın çocukları olurduk, böyle güzel ekinlerin içinde.
Hasat zamanı tüm şükranlarımızla, varoluşu ne güzel
kutlardık.
Yüzyıllardır sonsuzluğun bilgisini arayan insanlığın ulaşması gereken cevap, acaba sonsuzluğun bilgisi miydi? Ya da, bu bir bilgi mi yoksa kaynağı ilahi olan bir bilgelik miydi? Biz zaten sonsuz olan ruhlar değil miydik? İnsanoğlu yalnızca bir mesken olabilir mi, bu sonsuzluğa ev sahipliği yapan? Eğer öyleyse, bu sonsuzluğa aşkla, umutla, barış içinde ev sahipliği yapmak; bu dünya gerçekliğinde bize huzur verir, bizi mutlu ederdi. Aksi halde, dünyasal nesnelere tutunmak, diğer bir deyişle maddesel düzlemde dünyada sonsuzluğu aramak; sürekli yemek tarifleri almak ama yemeğin lezzetini hiç bilmemek gibi olmaz mıydı?
Gemimiz,
kendimize olan bu yolculukta, sınırsızlığı ve sonsuzluğu
keşfetmek için açtı yelkenlerini. Bize öğretiyor rehberimiz
olan dışsal her bir nesne. Deneyimimiz arttıkça güçlenmekte ve
gemimizi her geçen gün daha da sağlamlaştırmaktayız. Çünkü
bu yolculuk daimi ve bir son yok korktuğumuz gibi. Yol alıyoruz
durmadan ışığa ve sonra, daha parlak bir ışığa.
Bir
an gelse, Alaaddin’in Sihirli Lambası masalındaki gibi, bana
dileklerin nedir diye sorulsa; biz insanlığın kutsal yolculuğunda,
bu dileklerim aşk, huzur ve barış getirse...
Devir daim olur
belki, masallar misal olur; özü bilen safiyetimin nefesi sihirli
lambamdan çıkan bir niyet olur.
Olur mu dersin? Bir an güneş
doğar bakarsın,
olur mu olur!